😊 😊 😊😊 😊 😊 😊
Nihal: Sevgili Handan, Dans Eden Ev son iki yıldır sıkça örneğini gördüğüm Fiziksel Tiyatro tekniği ile kotarılmış bir oyun. Sözün harekete ya da hareketin söze eşlik ettiği, sürekli seyirciyi aktif tutan takip ettiren bir biçim. Önce bu biçim hakkında konuşalım istersen. Çocuk seyirci ve fiziksel tiyatro dediğimizde ne düşünüyorsun?
Handan: Birbirlerine çok yakışıyorlar diyerek başlayayım çünkü çocuklar kendi dünyalarındaki imge zenginliğine, bakışlarındaki farklılığa sahneden bir yandaş buluyorlar diye seviniyorum. Söze dökmeden bir dolu şey anlatabilmenin imkanlarını ileri yaşlarda unutturacak bir eğitim sistemine rağmen hazır vakit varken ne kadar hareket o kadar zenginlik olarak görüyorum. Bu oyun özelinde konuşacak olursak seyirciler esnek ve konuşan bedenleri, doğaçlayan oyuncuları, performansa dahil edilen müziği, dahası bu müziğin sahnede gündelik eşyalarla yapılışını görebildiler. Sınırlı sayıdaki cümleler çerçeve hikâyeyi anlamamıza yardımcı olurken hareketin önüne geçmedi. Tam tersine böyle bir durumun hareketle nasıl ifade edileceğine dair seyircilerin zihninde bir kapı araladı.
Nihal: Çocuğun hareketli dünyasıyla örtüşen, çocuğun keyifle oyunu izlemesine yardımcı olan bir tarz. Bu oyun bağlamında baktığımızda evet, dediğin gibi sözler hareketin önüne geçmedi. Ancak burada bir denge sorunu var gibi geldi bana. Oyun başlıyor ve büyük bir hızla devam ediyor ve bitiyor. Sözler hareketin önüne geçmediği gibi gereğinden fazla arkada kaldı. Çok bilinen bir Kızılderili hikayesinde olduğu gibi, o kadar hızlı gittiler ki sanki ruhlarımız geride kaldı. Biraz daha sakin, biraz daha sindirerek hikâyeyi takip etmek, sözün de hakkını vererek sürdürmek daha iyi olabilirdi. Tıpkı harekette olduğu gibi sözün de bir melodisi, bir tınısı ve bir duygusu var. Ondan daha çok yararlanılabilirdi. Birini öne çıkarılırken diğeri tümüyle göz ardı edildi gibi geldi.
Handan: Sen böyle söyleyince yanımda oturan çocuğu hatırladım. İkide bir annesine dönüp, “anne oyun ne zaman başlayacak” diye soruyordu. Dans ve hareket kısmına kendilerini kaptıran oyuncular sözlerin tarafındaki dengeyi hareket lehine bu yüzden bozmuş olabilirler mi acaba? Bedenle bir hikâye anlatmak, sıradan nesnelerle müzik yapmak, dans etmek, sahnenin bir ucundan diğerine yüksek enerjiyle koşmak, zıplamak, sahnenin adım atılmadık yerini bırakmamak kuşkusuz çok keyifli. Bu arada oyuncuların tümünün fiziksel kondisyonunu ve doğaçlama, beden perküsyonu, ses gibi becerilerini hayranlıkla izlediğimi söylemeden bu bahsi kapatmayayım. Ancak oyuncular zamanla bunlarda ustalaşınca kendini durdurmak zor gelebilir, buradaki sorun böyle bir şey sanırım. Zira çıkışta birkaç çocuğa oyunu sevip sevmediklerini sordum, hepsi sevdiklerini söyledi. En çok neyi sevdiklerini sorunca sadece birisi cevap verdi ve dansları sevdiğini söyledi.
Nihal: Evet,
Handan: Sözün arka planda kalması beni rahatsız etmedi ancak yine de sorularım var. Dans eden ev nedir diye sorsak izleyicilerin kaçından doğru cevap geleceğinden kuşkularım var mesela. Oyunun sonu o kadar aceleyle oynandı ki biz yetişkinler bile neye uğradığımızı şaşırdık. Şarkının içinde geçen dans eden ev sözleri bence gümbürtüye gitti. Dünyanın bir ev, dans eden bir ev olduğuna ilişkin oldukça soyut bir fikir başka nasıl ve akılda kalacak şekilde anlatılabilirdi mesela?
Nihal: Tam da bundan söz ediyorum. Oyunun başından sonuna kadar oyuncunun büyük bir hızla hareket halinde olması, sahnede adım atılmadık yer bırakmaması noktasında oyunu ele aldığımızda tiyatro sanatının tüm disiplinleri barındıran bir sanat dalı olduğunu düşündüğümüzde bazı şeyler eksik kalmıyor mu? Burada parantez açarak elbette her gösteride bütün sanat dallarını içine alan bir oyun sergilemek zorunda olmadığını belirtmeliyim. Demek istediğim sözün de hareket gibi hakkı verilerek anlaşılır bir biçimde hareket kadar kullanılsa ya da daha düşük ritim içinde sindire sindire oyun ilerlese nasıl olur. Dans Eden Ev nedir / neresidir sorusunun cevabı daha net ortaya çıkabilirdi. Evet dünyanın dans eden bir ev olduğu, her şeyin oyunun bir parçası olabileceği, her varlığın bir oyun aracı olabileceği düşüncesiyle çocuğun oyun oynama ihtiyacı ve dünyayla kurduğu iletişim göz önüne alınarak oluşturulmuş bir oyun. Bu noktadan bakıldığında çok güzel. Oyunun bitiminde kaç çocuğa sorma şansın oldu bilmiyorum ama bir çocuk dansları sevdiğini söylemiş. Diğerleri cevap vermemişler. Ancak bu kadar hızın içinde çocuk salondan çıkarken yanında neler götürüyor, ne kadarı çocuğa geçiyor buna bakmak gerek.
Oyun içinde çok güzel yerler var. Örneğin çocuk çevresindeki her şeyin hareketini sesini dinlemiş, incelemiş “Ağacın gövdesindeki ezgiyi dinliyor, ona tırmanıyor, tırmandığı yerde meyve yiyor, kuşları dinliyor, koca gövdeli ağaçların, rüzgarla dans eden dalların sesini dinliyor” Biz seyirciler de keşke o sesleri birlikte dinleyebilsek, o seslerin farkına varıp, takip edebilseydik.
Ben yönetmenle görüşmezden önce oyunun, özellikle son zamanlarda görünür olan bu konuda farkındalık programlarıyla dikkat çekilen otizm, otistik çocukların dünyası ile ilgili bir oyun olduğunu düşünmüştüm. Onların dünya ile kurdukları iletişimden söz ediyor gibi gelmiş ve keşke biraz bu çocuklarla diğer çocukların kurdukları /kuramadıkları iletişime değinilseydi diye düşünmüştüm. Ne yazık ki çocukların yaşadıkları sorunlarla ilgili oyunları sahnelerde göremiyoruz.
Handan: Evet, doğanın sesine kulak vermek, kendi ritmini önemsemek, başka
hayatların olduğu yerlere gitmek, keşifler yapmaktan bahsedilen bir oyunda her şeyin sadece sahneden salona doğru anlatılması oyunun yaratmak istediği anlamla uzlaşmıyordu. Fiziksel olarak ya da sözle anlatmaya karşı değilim, ayrıca her oyun interaktif olmak zorunda da değil. Ancak bu aceleye getirme meselesiyle barışamadım. Deneyimleme kavramını ele alırken yukarıdan ve aceleci bir bakış olmasa eminim izleyiciler dans eden evin ne olduğuna dair bir fikir sahibi olacaklardı. Sürekli hatırlatılan kurallar, yeniden ve yeniden kurulan disiplinle şekil veren
hatırlatmalar, yetişkinlerin mantığına uymayan söz ve davranışların çoğu kez eleştiriyle karşılaşması neticesinde çocukluk zaten bitmeyen bir esaret demekken verilen hayalin bile üsttenci bir yere iliştirilmesi sistemin yeniden üretilmesine neden oldu diye düşünüyorum. Çocukların sıkılmasına neden tahammül edemiyoruz mesela? Bu hikayedeki çocuğun çıktığı yolculuk Disneyland’e gitme deneyimine benzemek zorunda mıydı? Oyunu izledikten sonra “Biz çocukları nasıl varlıklar olarak görmek istiyoruz?” sorusu geldi zihnimin bir yerine asıldı, kalkmıyor. Sistemin biz tüketicilere tıkıştırdıklarının ne kadarını biz de tekrarlıyoruz, nelerden kendimizi hangi yaşta ve hangi yöntemlerle özgürleştirebiliriz? İşte böyle şeyler düşünmeye başlayarak sayfalarca konuşacağımız bir yere doğru gidebilirim, okuyucular kaçar mı
dersin?
Nihal: Biz çocukları değiştirilebilir, istediğimiz şekli verebileceğimiz varlıklar olarak görüyoruz. Bunun için de çaba harcıyoruz. Onun bir birey olduğunu, onun da bir fikri, bir özgürlük alanı olabileceğini düşünmüyoruz. Onları sürekli eğitmeğe çalışıyoruz. Bu oyunda çocuk hep aynı şeyleri görmekten, deneyimlemekten sıkılıyor. Yeni yerler olmalı diyor. Ve yeni yerler aramaya çıkıyor. Bu çok hoşuma gitti. Bir başka konu kralın istediği şeyleri yapması istenirken çocuk itiraz ediyor. Çocuğun otoriteye baş kaldırması da güzel bir yaklaşım.
Çocuğu yeni maceralara atılması konusunda cesaretlendirmesi, yeni ifade alanları ile sahnede var olması, dünya ile yaşadığı çevre ile iletişim kurma, dünyayı okuması için küçük ipuçları vermesiyle en azından grup iyi niyetli davranmış. Keşke bunları yeterince, daha sakin olarak biri diğerinin önüne geçmeden anlatabilselerdi. Biz çocuk tiyatrosunda ne yazık ki daha sığ, daha parmak sallayan oyunları görmeğe alıştığımız için bu oyunun ele aldığı konular, ele alış biçimi, fiziksel tiyatroya dayalı oyunculuk tarzıyla bu sayfalarda yer almaya değer gördük. En azından sıradan bir çocuk oyunu olduğunu düşünmüyorum. Yetişkin de çocuklar da ilgiyle izlediler.
Her türlü objenin bir ses çıkaran enstrümana dönüşmesi, tüm değişim ve dönüşümlerin sahnede seyircinin gözünün önünde yapılması ve oyunculuk tarzıyla keşke daha sık oynasalar da daha çok çocukla buluşsalar. Daha önce de dile getirdiğim gibi iyi bir çocuk oyunu yetişkinin de sıkılmadan keyifle izlediği yaşı ne olursa olsun kendine dokunan noktaların olduğu oyundur.
Handan: Yetişkinlerin de ilgiyle izlemesinin ardında oyunun politik göndermesinin önemli bir payı var elbette. Keyfince hareket eden krala karşı çıkan tek varlık olan çocuk hangi seyircilerin gözüne daha sevimli göründü dersin? Anne-babalar kendilerine isyan eden çocuklarına aynı sevimli bakışla bakıyor mu kuşkudayım doğrusu. Yine de tek sese isyan etme fikrinin seslendirilmesi benim de hoşuma gitti. Bu yıl gördüğümüz çocuk oyunları arasında en iyi zaman geçirdiğim, en katmanlı anlatımı olan oyundu Dans Eden Ev.
Gülücüklerimizi verelim mi?
1) Oyunu hazırlarken hedef yaş grubunu belirleyen ve belirlediği hedef grubun
özelliklerine (Çocuk tiyatrosu eleştirisinde tek kriter yaştır ve oyun
hazırlanırken sadece hedef yaş grubunun algılama kapasitesi ve odaklanma
süreci dikkate alınmalıdır. Cinsiyet, etnik kimlik, ırk, din gibi farklılıkların önemi
yoktur) göre oluşturulmuş, 😊
2) Kendini ve yaşadığı dünyayı merak etme ve keşfetme duygularını harekete
geçirerek sanatsal bir üretim sürecine dahil eden, 😊
3) İnandırıcı olmayan savaşımlar, kolay başarılar, slogan, klişe bilgiler
barındırmayan, 😊
5) Çocuğun düş kurma ve oyun oynama gibi temel ihtiyaçlarını gözeten, 😊
6) Çocuğun kendisini eksik ve yetersiz görmesine neden olacak ideal
kahramanlar yaratmak yerine, oyunlarına anti kahramanları dahil eden,😊
8) Dekor, kostüm, ışık, efekt gibi sahne elemanlarını oyuna hizmet edecek,
oyunu açıklayacak şekilde kullanan, 😊
9) Sanatsal ve estetik kaygıları göz ardı etmeden, dans müzik gibi bileşenleri
bir yetişkin oyunu için hazırlar gibi -hatta daha fazla- özen göstererek
kullanan,😊
Özellikleriyle bu oyun için 😊 😊 😊😊 😊 😊😊 gülücük verdik.